• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Hece Dergisi Ekim 2018 Sayısı-Eşi Semiray Aydoğan ile Yapılan Söyleşi

İNSAN OLARAK KÂMİL AYDOĞAN

Mükemmel ve eksiksiz olmak ancak Allah’a (c.c) özgüdür. Hiç kimse kusursuz değildir. Bu, yaratılan her şey için böyledir kuşkusuz.

Sevdiğimiz ya da hayatımızın temel taşlarından birini kaybettiğimiz zaman, duygusallığımız artıyor da artıyor. Konuşurken abartılı olmak da, sanırım incinen yanımızı bir nebze de olsa tamir ediyor. Ama gerçekçi ve samimi olmak da çok önemli ve elzem.

Bu kapsamda “Nasıl bir insandı?” sorusunda zorlandığımı hissediyorum. Tarafsızlık isteyen yönü çok kuvvetli bir soru.

Kâmil Aydoğan’ı bana bakan yönüyle anlatmaya çalışmak zor iş, çünkü biz evli olmanın ötesinde birbirine açılan kapısı çok olan bir çiftiz.

Karı-koca, arkadaş-dost, yoldaş-sırdaş, amir-memur. Ona memurelik yapmak benim açımdan keyifti ve sorumluluk yüküne omuz vermek demekti. Kendisine faydalı bir danışman olabileceğime beni ikna eder, gülümserdi. Burada hüzünle, dizlerimi hafifçe büküyor ve onu saygı, muhabbet ve özlemle selamlıyorum.

Hepimiz gibi, onun da hayattan beklentileri vardı. Bu çok doğal insanoğlu için. Burada çok önemli bir nüans var ama; o, beklentilerine ulaşmak için hırstan çok gayret ipine yapıştı.

Kimsenin elinde olana yan bakmaz, ona sahip olmak istiyorsa, çalışma ve gayret yolunu seçerdi.

Merhamet bineğinden indiğini hiç görmedim.

Arkasında olanlara bile sırtını dönmez, kendisine ihtiyaç duyulursa ortadan yok olmazdı.

Tuttuğu eli bırakmazdı.

Kin ve kıskançlık onun kalbinde oturacak yer bulamaz, ayakta kalır ve çıkar giderdi.

Bir dargınlığı ya da gerginliği husumete dönüşmeden çözer, gerekli adımları atardı.

Kendisine açıktan düşmanlık edenlere dahi boşlukta kalacağını bilse bile elini uzatırdı.

Bir şey hakkında karar verirse bizimle istişare eder;hakkaniyet, adalet, vefa, nezaket ve kararlılıkla yol alırdı.

Sabır, sessizlik, dik duruş, çalışkanlık, ne olursa olsun hayatına kaldığı yerden devam etmek, yeni işler yapmak zor gelmezdi ona. Sabrına, metanetine hep imrenmişimdir.

Olumsuzluklardan, engellerden her insan gibi etkilenir, fakat yolunu kesmesine izin vermezdi.

İnsanların arkasından konuşmaz, bir beklentisi, isteği varsa cesaretle, mertçe yüzüne söyler ve meseleyi kapatırdı. Bunun miş-mış gibi davranışların muhatabı olmaktan kendisini kurtardığını, yaptığı işlere konsantre olmasını sağladığını ve beklenti içinde olmanın yaratacağı zaman kaybını önlediğini söylerdi.

Yıllar geçtikçe nerelerde hata yaptığını görür, onların telafisi için çalışır, gerekirse özür diler, bu hataları tükenmişlik sendromuna çevirmez, ayağına merdiven yapar üst kata çıkardı.

Ben ondan çok şey öğrendim, çok faydalandım.

Bizim yaşadığımız toplumda her yerde, her alanda köşe taşları vardır. Bütün yetenekler, enerjiler, akıllar, fikirler, her neyse onların kontrollerindedir. Zamanı gelince uçmanıza, kendinizi gerçekleştirmenize izin verilmez. İçgüdüleriniz Kâmil Beyim gibi güçlüyse mücadele yolunu seçer, değilse de şemsiyenin o kuru ve fakat koruyucu, bağımlı gölgesinde yaşar gidersiniz. Bu bir tercihtir. Tercihlerinizin sıkıntıları da işinizi daha da zorlaştırır. O bu tercihlerini yakasındaki rozet gibi taşıdı duaların korumasında, şükürler olsun.

Dışı sert gibi görünse de -ki ben buna hayatta kalma mücadelesi diyorum- iç dünyası zengin, bereketli, üreten, erdemli, sevecen; zevkle, sıkmadan okunan ve bitmesi istenmeyen bir kitap gibiydi.

Yüreğindeki samimiyeti biliyorum. Mahsul vermiş bereketli bir tarla gibi ya da meyvesi bol ağaçlar gibi anlatmakla bitmezsin.

İnsan nesli artı ve eksileriyle vardır. Kâmil Bey artıları, eksilerinin çok üstünde bir insan olarak gitti, gidilmesi gereken yere. Rabbim işlerini kolay kılsın, sevincini daim etsin imtihanın ve zamanın bittiği yerde.

İlk ve son sözün sahibinin emanetine bırakıyorum; eşimi, kalbimi, dostumu, arkadaşımı, İlke Hicranımın, Ayşe Hicretimin, Safiye Mervemin ve Muhammet Mustafamın babası, ciğerim Kâmil Aydoğan Beyimi.

Rabbim, senin kulun ve bir insan olarak, onun en yakını, ona eş yaptığın ben Fatıma Semiray Aydoğan; onun insan olma vasıflarında kaldığına şahitlik ederim. Bu vasıflarına hastalığı ve hastanede kalma sürecinde de tanık oldum.

O iyi bir insandı ve hizmet ehliydi.

İnsan ölür, emek ölmez. Her sis çekilip gider, ışık ortaya çıkar. Kargaşa sona erdiğinde sükûnet ve huzur gelir. Kâmil Beyim, arzu ettiğin gibi kalplere sevgi, merhamet, biz olma duygusu yerleşsin. Güneş yakmasın içimizi, sadece ısıtsın. İşte o zaman, işte o zaman…

 

KÂMİL AYDOĞAN NASIL BİR EŞTİR?

Bana Kâmil Aydoğan Beyimi anlatmam için sorulan en zor soru. Çünkü en özel alan.

Evlendiğimizde ikimiz de henüz çok gençtik.

Hiçbir zorluğa rağmen yüreklerimizden sökülmeyen sevgimizle kuşattığımız evliliğimizde onunla yolculuğum zor ama keyifli, öğretici ama yorucu, aksiyonu yüksek ama huzura açılan bir kapı gibi oldu ve aynı zamanda bereket içeren bir paylaşım. Ancak tüm bunlardan önce, hazinelerimiz, onun parçaları evlatlarımız.

Evlilikler de insanın gelişimine, ruh hâline göre değişkenlik gösterebiliyor. 38 yılın içeriğine baktığım zaman bazen hüzünleniyor, bazen sitem ediyorum ama en çok gülüyor, mutlu oluyor ve onu özlüyorum.

İyi insan olmak, iyi eş olmayı da içine alıyor. Evlilik alanı içinde her zaman nazik, saygılı, sevgisini gösteren bir tarzı vardı. Görüş ayrılığı olduğu zaman en fazla susardı. Zaman da alsa sorunların çoğunu çözerdik. Benim kaprislerime sabreder, iyi yönlerimi takdir ederdi. Sanırım ikimizin de zor yanları vardı. İlişkimizdeki zor yanlarımız kuşkusuz hayat yolunda mesafe almamıza yardımcı olmuştur.

Kendisiyle birlikte gelişmeme, yürümeme, yeteneklerimi gün yüzüne çıkarmama fırsat verir ve destek olurdu.

Yıllar geçtikçe “ben”den, “biz”e geçen bir yapı oluşturduk. “Biz” üslûbu evliliklerin yürümesi için gerekli kuşkusuz; fakat “biz” demek, körü körüne, hastalıklı bir itaati de içine almazdı. Bu çember içinde birbirimize durulması gereken yerleri söylemekten çekinmezdik.

Üretken bir insandı ve üretken olmayı salık verirdi hep. Bu yönünden evliliğimiz çok nasiplendi. Yıllar geçtikçe rakip olmayı değil, birbirimizi tamamlamayı ve bunun çok keyifli bir şey olduğunu öğrendik. Birbirimizi tüketmedik. Eş olma rollerimizde sıkıntıya girdiğimizde dostluk yanımızı ortaya çıkardık. Eş olarak sorun yaşadığımızda onu çözmek üzere bir yana bırakıp, o anki ihtiyaç duyulan saygıyı, merhameti, işbirliğini heba etmedik çok şükür, mantığımız hep yerinde ve çalışır durumdaydı.

Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” der atalarımız; dostluklar için, evlilikler için nasıl olmasın?

Hatırın daim olsun dünya ahiret... Hatır gönül bilirdin; ben senden razıyım en yakının olarak, Allah’ım seni hiç incitmesin. Mekânın cennetten öte, asıl ve tek sevgilinin yanı olsun.

Sonuçta evlilik gemisini batırmadan karşı kıyıya çıktık; el ele, gönül gönüle, göz göze, dualarla...

Bir kişinin ikincisi Allah’tır. İki kişinin üçüncüsü Allah’tır.” buyuruluyor. Üçüncümüz sen olarak Ya Rab, elimin içindeki eli hiç soğumadı, artık onu bırakmam gerektiği söylendiğinde, ben kulun Fatıma Semiray Aydoğan olarak aranızdan çekildim, onu sana emanet ederek.

 

SENDİKACI KÂMİL AYDOĞAN

Bu konuda ilk aklıma gelen rahmetle andığımız M. Akif İnan Beyefendi-abimizdir. Mekânı cennet olsun. Kâmil Beyimin sendikayla tanışma süreci Akif abiyle başlar.

Kuşkusuz M. Akif İnan Beyefendi'nin sendikacılık alanında büyük katkıları olmuştur Kâmil Bey'e.

Şunu söylemeliyim ki yaptığı işler arasında hiç içine sinmeyen tarafları da vardır sendikacılığın. Edebiyatçı ve şair bir kimlik için farklı bir kulvardır. Bence yine de katkıları büyüktür kendisine. Siyasi aktörleri daha yakından tanıma fırsatı oldu. Sistemin çalışma şeklini tanıdı. Daha sonraki yıllarda bürokrasiye geçişte de bu tecrübelerini kullanma imkânı buldu. Hiçbir emek ve tecrübe boşuna değildir. 

 

BÜROKRAT KÂMİL AYDOĞAN

Beni en çok hüzünlendiren soru.

Onun bürokrasideki yolculuğunu takip ederken, ilk acemilikleri bir yana, en çok zekâsı, kararlılığı, adaptasyon yeteneği, vizyonundaki genişlik ve bu vizyonu zamanın ihtiyaçlarına göre güncelleyebilmesi, tecrübelerini uygulama alanlarına indirgeyebilmesi ve diğer yetenekli yanları masamda bir lamba gibi yanıveriyor. Bunların beni hakikaten heyecanlandırdığını fark ediyorum.

Sanki yürüyen projeydi o. Ama en büyük sorun uygulama sahasıydı. 

Eğitimin, hayatın tamamına hitap ettiğini ve tüm bileşenleriyle bir sac ayağı gibi dengede olması gerektiğini söylerdi.

Anne ve kadın faktörünü eğitimin olmazsa olmazlarından sayar, görevde olduğu zamanlarda aktif olarak kendisiyle birlikte hareket etmemi isterdi.

Bürokrasinin teknik yanının yoğunluğu bizi sosyal alanda zayıf kılar. Kadınların katkısı, ufku, öngörüsü çıtayı yükseltir.” derdi. Onun Milli Eğitimdeki vizyonu, projeleri ve uygulamaları apayrı bir yazı konusudur bana göre.

Yaptığı işleri aşkla yapan, didinen, çabalayan, gerektiğinde risk alabilen, ayrılıkları olabildiğince birleştirebilen bir bürokrattı.

16 yıl Kurtuluş Lisesi müdürlüğü yaptı. Lise müdürlüğünden İzmir gibi büyük bir ilin eğitiminin başına geçmek, gerçekçi baktığımızda Kâmil Bey için riskler içeriyordu elbette. Ancak onun kişiliği, çalışkanlığı, özgüveni, üstlerinin kendisine olan güvenini ve teveccühlerini sıkıntıya çevirmedi ve rüştünü ispat etti. Zaten bu durum bir ya da iki örneği geçmez.

Devlet adamlığına uygun yapısı, bürokratlığında kendini daha iyi gösterdi ve güzel hizmetler yaparak çok dualar aldı.

Onun ikna kabiliyetini yaptığı her işte görmek mümkündür. İnsan ilişkilerinde oldukça başarılıydı.

Hastanede yatarken, bir zamanlar yaptığı iyiliklerle kucakladığı bazı insanlar ziyaretine geldiler. “Müdürüm siz bizi tanımazsınız, aileme çok büyük iyilikler yaptınız.” diyen bu insanları yine gülümseyerek karşıladı.

Hizmet etmeyi bizlik duygusu ile icra eder, bunu da yönettiği kurumda genele yayar, uygulama hâline getirirdi.

Benim gözlemlediğim en büyük başarılarından bir tanesi de kendi sorumluluğundaki kurumu, daha kurumsal hâle getirmesiydi.

Kâmil Beyim milletlerin bekasının sağlıklı ve doğru bir eğitimden, kültürden ve tarımdan geçtiğini örnekler vererek anlatırdı.

İzmir’de ve Ankara'da görev yaptığı sürece gitmediği hiçbir ilçe kalmamıştır. Köy okullarını bilhassa önemseyerek ziyaret eder, sorunları ve eksikleri bizzat tespit ederek çözerdi. Eğitimle masa başından değil, sahanın tozunu yutarak ilgilenir; bir sorun tespit ettiğinde bunun üzüntüsünü yaşar, kaygısını çekerdi.

Kriz çözme ve sorumluluğu üzerine alabilmekte her zaman cesaret gösterir, elini taşın altına koymaktan çekinmezdi.

Kâmil Beyimin nezaketi insan ayrımı yapmadan herkes içindi. Yönettiği kurumlarda tüm kademelerdeki çalışanlarla bizzat iletişim kurar, sıkıntılarını dinler, sorunları kaynağında çözerdi. Böylece hem verim arttığı gibi hem de olası aksaklıklar en alt seviyeye çekilirdi.

Emir kipini kendisi için değil, gerektiği yerde kurumun saygınlığı ve işlerin disiplin içinde yürümesini sağlamak amaçlı kullanırdı.

Makamına gelenleri ayakta karşılar ve oturtur, dinler, yapacak bir şey varsa yapar, kimseyi işi için minnet altında bırakmazdı. Bu, bizim toplumumuzda uygulanması zor bir yönetim biçimidir, yıpratıcıdır çünkü. Dengeleri, uygulamadaki zorluğa rağmen korur, istismar kapısını kapatırdı.

Pratik, dakik ve azimliydi. Üç kelimeyle meseleyi anlatır ve anlatılmasını isterdi.

Samimiyetine inanmadığı eleştirilere takılıp kalmaz, yüreğine inandığı kişilerle istişare etmeyi bir görev bilirdi.

Onun yönetim anlayışı içinde üstten alta ve alttan üste doğru herkes kendini değerli hissederdi. Görevden ayrıldıktan sonra da tüm mesai arkadaşları, bu hislerini kendisine ifade etmişlerdir.

Bürokrat Kâmil Aydoğan; olmak istediği, olması istenen ve olması gereken arasında kaldığı anlarda, bu girdaptan kimi zaman üzülerek, kimi zaman sükût ederek, kimi zaman yazarak çıkmaya çalıştı ama mücadele etmekten hiç vazgeçmedi. “Bu işin doğası bu.” deyip atından inmeye yanaşmazdı.

Peki bunca mücadeleye değer mi? Bence değer!

Hepimizin ve ülkemizin gayret ehli insanlara ihtiyacı var çünkü.

Okulların havasını solumuş, öğretmenlik yapmış, öğretmenlerle içiçe yaşamış, yüzlerce öğrencisi olmuş…

Yusuf ve Cevat abilerle (gerçek emeğin sahipleri, Kurtuluş Lisesi hizmetlileri) bayramlarda kucaklaşmış bir eğitim sevdalısı…

Hangi meslek olursa olsun onun hamallığını yapmayanlar, o mesleğin ruhunun içine giremez ve eğreti durur. Emin ol ki yaptığın hiçbir görev eğreti durmadı sende Kâmil Beyim.

Gün geçtikçe bürokrat, edebiyatçı, şair Kâmil Aydoğan'ın daha çok anlaşılacağına ve ibretlik hayat öyküsünün yeni nesillere ışık tutacağına inanıyorum.

 

EDEBİYATÇI VE ŞAİR KÂMİL AYDOĞAN

Evimizin ve yüreğimizin en huzurlu hâli Kâmil Beyimin edebiyatçı ve şair yanı.

Kâmil Bey'in gençlik yıllarında hırçın yanı baskın gibi görünse de bana; zaman içinde sanatçı yönünü keşfettikçe onun bu hırçın yanının görünen yüzü olduğunu anladım. Bir yazar olarak ürettikçe, kelimeler yerine yerleştikçe, harfler ayak altından çekildikçe ortalık sakinleşti.

Yazmak biraz duygusallık da ister sanırım. Evet, duygusaldı. Fakat mantıklı, akıllı, kararlı olmayı da elden bırakmazdı. Bu özellikleri eserlerine de yansımıştı.

Yazdığı her kitap ya da şiir onun üretkenliğini daha da beslerdi. Bir kitabını yazarken başka eserlerin temelleri de atılır ve coşkusu ikiye katlanırdı.

Bir sanatçının ürettikleri, eser olmaktan ziyade onun kendini ifade etmesinin bir yönü kuşkusuz. Ben sanatla uğraşan insanları doğum yapan bir kadına benzetiyorum; Kamil Bey'in de ürettiği her eserle daha da olgunlaştığına şahit oldum.

Sadece yazmak değil, okumak da bir tutkuydu onun için. Şimdi düşünüyorum da evlendiğimizde ne kadar çok kitabı vardı. Kıyafetlerinin tamamı bir çanta çıkmazdı, fakat dünya klasiklerinin neredeyse tamamı mevcuttu. Benim de ufak tefek bir kitaplığım vardı ancak klasiklerle tanışmam onunla oldu. Şimdi bunun kıymetini daha iyi anlıyorum.

Kayınpederim o zamanın şartlarında ve o yoklukta el emeği ile ev geçindiren bir yiğitti; onu da rahmet, dua ve saygı ile anıyorum... O fakirlikte köyden Maraş’a çocuklarını okutmak için göç etmiş; Kâmil AydoğanBeyimin ve Feramuz Aydoğan kardeşimin okumaları için çabalamış. Bütün bu yaşadıkları da Kâmil Bey'in yazar yönüne katkı sağlamıştır. O dönemler hayatlarının ne denli zor olduğunu Kâmil Bey kitaplarında anlatır. Şuna da inanıyorum ki, Kâmil ve Feramuz Aydoğankardeşlerin yaşamları tez konusu olabilir. Onlar edebiyatla içiçe olmaları, okudukları okullar, hayatla mücadele yöntemleri, görev aldıkları makamlar ve en çok da dirayetli yönleri ile nice evlatlarımız için canlı birer örnek, motivasyon kaynağıdırlar.

Kâmil Beyimin yazdıklarında insanlar kendilerinden bir şeyler bulur çoğunlukla.

Ben eşi olmaktan uzaklaşıp, bir okuyucu olarak yaklaşıyorum eserlerine.

Anlaşılmayan cümlelerle boğmaz, “ben bilirim” üslûbu yoktur eserlerinde. Okurken içine çeker, alır. Okuduktan sonra içinize dokunur, kucaklar, hep bir yanınızda durur. Size aşkı, acıyı, çelişkileri, özeleştiriyi, vefayı hatırlatır. “Filan yazarın kitabını okudum.” dedirtip, sonra da aklınızda bir cümle kalmadan kalkıp gitmez.

Okuyucu zorlanmadan yazılmış eserleri sever. Zaten kitabın içeriği de okuyucuya ne vermeyi amaçlıyorsa; aşk mı, dostluk mu, öğreticilik mi, eğitim mi, etkilemek mi, dayatmak mı, her neyse kitaba biraz göz atınca anlaşılıyor. Okuduğumuz eserlerden beklentilerimiz farklı farklı. Kapasitemiz, aklımız, ihtiyaçlarımız farklı. Bu yüzden geniş çerçeve ile bakmak lazım eserlere. Hepsi emek çünkü.

Kâmil Beyim eserlerine kendinden de çok şey katar. Geçmişinden, anasından, babasından çekincesi yoktur. Bilakis emeğin, garibanlığın altındaki değerleri görünür kılar; kitapları iz bırakır, soru sordurur, tarihe ışık tutar. Sosyolojik açıdan da değerlidir. Okuyucu kitlesi geniştir.

Dostoyevski’nin bir eserinde roman kahramanı, “İnsanlar kendi ülkülerini gerçekleştirmek yerine, birilerinin hazır ülkülerini benimsemeyi seçiyor.” diyor. Bunu okuduğumda lise öğrencisiydim. Bu cümlelerin beni ne denli sarstığını hâla hissediyorum.

Kâmil Beyim kendi ülküsünü gerçekleştirmiş midir bilemem. Bu soruyu ona sormamamın üzüntüsü kaplıyor olsa da içimi, ben, okuyucusu olmanın yanında eşi olarak da bu yolda yürüdüğünü ve çok da yol aldığını gördüm.

Uzun yıllardan beri çok çeşitli dergilerde şiirleri, denemeleri yayınlandı. İkindi Yazıları dergi kuruculuğu ve yöneticiliği 1984 yıllarında başlar. Nedim Ali Zengin beyefendi (kardeşimi de burada rahmet ve duayla anarım) ile birlikte edebiyatın ve şairliğin ayak seslerini Andırın gibi küçük bir ilçeye getirdiler. Kâmil Aydoğan ve Nedim Ali Zengin kardeşimin yürekleri ve cesaretleri Andırın’a sıcaklık ve canlılık katmıştır.

Onların cesaretleri nice kucaklaşmayı ve paylaşmayı çeker İkindi Yazıları sayfalarına.

Bana göre İkindi Yazıları Kâmil Beyimle anne karnına düşer, gelişir, olgunlaşır; Nedim Ali Beyefendi ile de doğar, serpildikçe serpilir, güzelleşir ve yaşar. Bazı yerlere nokta koymak onun bittiği anlamına gelmez. Bilakis zirveye çıkılmıştır. Zirvelerde ise artık gidilecek yollar, görünür olmaktan çıkmıştır. Rahmet olsun iki güzel insana…

Kelam, Mavera, Edebiyat, Hece gibi dergilerde yazdı. Bu vefatına kadar devam eder.

Biyografya.com internet sitesinde (Türkiye ünlüleri internet ansiklopedisi); Kâmil Beyim ile ilgili “Yaşama, olaylara, ideolojik perspektiften değil, insan doğasının getirdiği nesnel perspektiften bakmayı temel ilke olarak savundu.” denilmiş. Bu bana göre de doğrudur.

Değinmek istediğim diğer bir yanı da Hürriyet Ankara’daki köşesidir. Eğitimle ilgili olduğu kadar hayatın her anlamına dokunan yazılar yazmıştır bu köşede. Biraz göz attım, anılar canlandı. Hüzünlendim ve yüreğinin sıcaklığını hissettim.

Hz. Mevlana’nın buyurdukları gibi “Gönülde olan gözden uzak olsa ne olur?”


Yorumlar - Yorum Yaz