Kızı Ayşe Hicret Karakaya Kâmil Aydoğan'ı yazdı.
Anne Özlemiyle Kavrulan Bir Derviş: Kâmil Aydoğan
2018 yılı Mayıs ayında aramızdan ayrılan Kâmil Aydoğan, 62 yılın sonunda, bürokrat kimliğiyle gerçekleştirdiği, bugün hâlâ yürütülen çok sayıda proje; çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış onlarca yazı; yayınlanmış 9, yayımlanacak 2 kitap ve çok sayıda mektup ile “kelebek gibi yaşadı; ama uzun yaşadı bizden…”
“kelebek
birbirini gören iki tepe arasında
bir tek gün yaşadı
kelebek gibi yaşadı,
uzun yaşadı bizden”
(Kelebeklerin Dansı şiirinden)
Hangi yazar acılarla yoğrulmadı? Hangi yazar buhranlarını yazarak atlatmaya çalışmadı? Hangi yazar iç sesi okuyucuyla buluşunca derin bir mutluluk duymadı?
Kâmil Aydoğan kederle harmanlanmış hayatından yazarak ve üreterek kurtulmaya çalışmış; sanatın birçok dalıyla kendi yaralarını sarmaya çalışırken okuyucusunu da unutmamış, onlara verdiği mesajlarla acılarla baş etme yöntemlerini de göstermiştir.
Acı çekmemek için kendimizi düşünmemiz gerektiğini salık veren günümüz “popüler” yazarlarının aksine acılarımızla olgunlaştığımızı, gelişmek için onlara sımsıkı sarılmamız gerektiğini söyler Aydoğan.
“Yaşadıklarımın içinde unutmaya çalıştığım hiçbir şey yok. Hatırlamak istemediğim ne bir kişi var, ne de olay. Çünkü yaşadıklarım bana ait ve onlar benim hazinemdir. Kendi irademle yaşadıklarıma zaten sahip çıkmak zorundayım. İradem dışında yaşadıklarımsa, bana armağan edilmiş acılardır ve baş tacımdır; ne diyebilirim ki?” (11 Şubat 2005 tarihli günlüğünden)
Kâmil Aydoğan, edebiyat dünyasında İkindi Yazıları Dergisi ile tanınır. Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesinde Nedim Ali Zengin ile birlikte çıkardıkları dergi, bulunduğu ilin ötesine geçerek, okul görevi görmüştür. Nedim Ali Zengin’in uzun yıllar yönettiği bu dergi hâlâ bir ekol olarak anılır.
Akif İnan ve Nuri Pakdil’in öğrencisidir. Akif İnan ile Gazi Üniversitesinde başlayan hoca-öğrenci ilişkisi, daha sonraki yıllarda sendikacılık ile devam etmiştir.
Nuri Pakdil’in 3 ciltlik “Mektuplar” eserinde Aydoğan’a yazdığı mektuplara da yer verilmiştir. Bu mektuplarda Pakdil, şiir ve yazılarını büyük bir özenle yazmasını istediği Aydoğan’a desteğini belirtmiştir. (Nuri Pakdil Mektuplar, Edebiyat Dergisi Yayınları, 2014, S. 236,237)
“Edebiyat bir feryattır. Merak değildir yani. Eğer içinizde zapt edilmez bir duygu fırtınası esiyorsa, bunu bastıramazsınız. Çocukluğumun ruhumda bıraktığı derin izler, Maraşlı olmam, yazmayı kendine ‘görev’ edinmiş insanlarla karşılaşmam, hepsi birer etken.
Gençliğimde Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu, Alâeddin Özdenören gibi şair ve yazarlarla tanışmasaydım, onlarla yakın gönül bağı kurmasaydım; yazmayı, hayatımın ‘önceliği’ haline getiremezdim belki.” (kamuajans.com, Celal Demirci röportajından, Mayıs 2013)
1982 yılında 26 yaşındayken ilk kitabı “Köy Yazıları” yayınlanmıştır. Köy Yazıları, deneme türünde yazdığı yazılardan oluşmuştur. O tarihte genç yaşına rağmen Andırın Lisesi müdürü ve 2 çocuk babasıdır.
Deneme türünde olmasına rağmen, Aydoğan’ın her eserinde olduğu gibi bu kitapta da günlük, anlatı, hatıra, öykü ve şiir türlerinin ustaca harmanlandığı görülür. Böylece edebiyat dünyasında usta isimler arasında olacağını göstermiştir.
“Hızla geçiyor zaman. Her insan anıların depreminden bir iz taşıyor yüreğinde. Çünkü her insanın var içinin bir yıkılmış yanı, depreme uğramış yanı.” (Köy Yazıları, Edebiyat Dergisi Yayınları, S. 33)
1996 yılında yayınlanan ikinci kitabı “Yük” ile iyi bir çıkış yakalar. Aydoğan aslında öncelikle iyi bir şairdir. Dolayısıyla Yük, kendisinden beklenen şekilde kaliteli şiirlerin yer aldığı bir kitap olur.
“…
Derken şehre indi
(bu kez çığlıklar deniziydi, başının üstünde yılanlar gezdiriyordu herkes)
İkindi ölmüştü az önce
Onu alıp götürmüştü batan güneş
Sıradaydı akşam
Ölümlerin ikindilerin akşamların harmanıydı şehir” (Yük şiiri, Esra Sanat Yayınları, S. 30)
Aydoğan’ın hasetten, kibirden, kavgadan uzak duran tarafı şiirlerinde göze çarpar.
“Ben bir şairim,
Çünkü kimseye kalkmaz ellerim.” (Yük şiiri, Esra Sanat Yayınları, S. 30)
“…
Gözlerin mahmur bir çeşme gibi
Akınca anılara, yüreğin
Ülkeden ülkeye seken
Bir ceylandır.” ( Aşk şiiri, Esra Sanat Yayınları, S. 69)
Sonraki yıllarda çıkardığı kişisel gelişim, roman ve günlük türü kitapları dâhil, her yazısında şair yönünü görmek mümkündür. Sadece iyi bir yazar değil okuyucu ve hatip de olan Kâmil Aydoğan’ın hatip yönünü seslendirdiği kendi şiirlerinde görmek mümkündür. (www.kamilaydogan.net/Kendi Sesinden Şiirleri)
Bu arada yalnızca edebiyat ile ilgilenmez. Doğaya meraklıdır, dağcılıkla ilgilenir. Sık sık doğa yürüyüşleri yapar, dağların zirvelerinde yaşamın anlamını arar.
Bürokrasinin inişli çıkışlı, stresli ortamı içinde kendi ruhunu kaybetmek yerine edebiyata, sanata ve doğaya daha fazla sarılır. Makam hırsı ile sevgi, saygı, değer görme gibi insan doğasının muhtaç olduğu değerleri unutmaması takdir toplar.
1999 yılında, uzun yıllar yaptığı yöneticilik ve sendikacılıkta kazandığı tecrübelerini kişisel gelişim türünde yazdığı “Hayat Kaç Köşeli” isimli kitabında toplamıştır.
“Çekememezlik duygusunun temelinde başarısızlık, onun temelinde de tembellik ve iradesizlik yatar.” (Akçağ Yayınları, Hayat Kaç Köşeli, S. 55)
“…
Kendini tanıyınca,
Eğilir içine bakarsın,
Aynalarda çoğalır yüzün,
Çarşılara sığmayan bir ikindiyi paylaşırsın,
Yosun tutmuş bir ses düşer peşine,
Ağlarsın,
Islanmaz yüreğin.
Kendini tanıyınca
Her şeyi tanırsın.” (Tanışma şiiri, Hayat Kaç Köşeli, S. 7)
Kâmil Aydoğan Türkçe öğretmeni olması dolayısıyla da dilimizi güzel kullanır. Akıcı, sade dili ile okuyucuları cezbeder. Aynı zamanda ağır bir dil de kullanır. Okuyucuyu düşündürür, duygulandırır; hayatında uygulayacağı yeni bir şeyler öğretmeden bırakmaz. Bu, yeni bir düşünce, bir kelime, bir kitap ve belki hayat felsefesinin değişeceği bir cümle olabilir.
2010 yılında ikinci şiir kitabı “Hayatın Şiire Sığmayan Yüzü” ile daha güçlü bir şekilde “Ben bir şairim.” der şiir severlere. Genç yaşta ebedî yolculuğuna uğurladığı kardeşine yazdığı “Ararım” şiiri kayıpların ardından yazılan en iyi şiirlerden biridir.
“…
Bir sözcük konar içime, kanatlarında kandiller asılı
Bakışların, gülüşlerin gelir
Öksüz kuşlar gibi ağlar düşlerim
Nerde dursam benim değildir o yer
Kitaplar karıştırır,
Yeni bir çay doldururum bardağıma
Boş duvarlarda sallanır ışıklar
Kapının açılışını
Ansızın gelişini ararım” (Hayatın Şiire Sığmayan Yüzü, Tudem Yayınları, 2010, S. 6)
Aydoğan şair yönünü mesleğine de yansıtmayı başarmıştır. 15 yıl müdürlük yaptığı Ankara Kurtuluş Lisesi için bir şiir yazmıştır. Bunu çok etkileyici bulduğumu söyleyebilirim. Duygularımıza sahip çıkamadığımız; özellikle bürokraside sürekli saklanması öğütlenen duygusallığın zayıflık olduğu hatırlatılan öğretiden uzak bir görüntü çizer.
“…
Kurtuluş Lisesi on beş yıllık kırmızı karanfilim
Hep yakamda taşırım kalabalıklar beni tanısın diye
Hep düşünürüm anlatamam
İçimde açan çiçekler kadar özgür
İçimde gözlerimi gezdiririm başı okşanmış çocukların” (Hayatın Şiire Sığmayan Yüzü, Tudem Yayınları, 2010, S. 42)
2015 yılında günlüklerini derlediği “Arta Kalan” kitabı çıkar ve çok beğenilir. Günlük türünde edebiyat dünyasında fazla eser bulunmaması da kitabı dikkat çekici kılar. Aydoğan, Şubat 2005 tarihli bir yazısında günlük tutmasının nedenini şöyle açıklar:
“Günlük yazmak zordur. Hayatınızın fotoğrafını yazıya dökeceksiniz. Hem kendinizi hem de sizinle bir biçimde karşılaşmış olanları düşünmek zorundasınız.
Bir de somut olmayan, duygularınızın, içinizdeki depremlerin günlüğü var. Bu daha da zor.” (Hece Yayınları, Arta Kalan, 2015)
“Günlük yazmak, her gün kendi fotoğrafını çekip, bu fotoğrafları bir kenarda biriktirmeye benziyor. Sonra da, arada bir çıkarıp bakmak gibi bu fotoğraflara, açıp okuyorsun eski günlüklerini. ‘Aaa saçlarım ağarmış.’ diyorsun. ‘O zamanlar ne kadar da gençmişim.’ diyorsun.
Gülüp geçiyorsun. Acılarına, sevinçlerine gülüyorsun. İhanet edilmişliklerine, ihanet etmişliklerine; iyi işlerine, kötü işlerine; sıkıntılarına, esenliklerine gülüyorsun.
Geçenlerde bir dostum sordu:
“Niçin günlük yazıyorsunuz” diye.
Cevap verdim:
“Benim hayatım, zihnimin inisiyatifine bırakılmayacak kadar değerlidir. Kendi tarihimi kayıt altına alıyorum.” (Hece Yayınları, Arta Kalan, 2015)
Bir röportajında “50 yaşında roman yazabileceğime inandım.” dese de, günlüklerinde yirmili yaşlarından itibaren roman taslağı üzerinde çalıştığı görülür. “Kısık Vadisi” ve “Atlık Dağı Türküsü” romanlarında hayatının kederle ince ince işlenmiş katmanlarına tanık olursunuz. Bu katmanlara ulaştıkça asla pes etmeyen, acıların güçlendirdiği, esprili, sakin ve zeki bir yazarla tanışırsınız.
Kısık Vadisi romanında tam bir dil şöleni yaşatır okuyucusuna Aydoğan. Hayatı, insanları, ölümü, anne özlemini, aşkı insan ruhunun ince yerlerine dokunarak anlatır.
“Cenazelerin toprağa verilmesinde tuhaf bir acelecilik vardır.
Cenaze ortadayken, herkesin sırtında ağır bir yük vardır ve toprak cenazeyi aldığında, sanki herkesin yükünü de alır.
Hayat bir anda normale döner.” (Kısık Vadisi, Hece Yayınları, 2016, S. 74)
“İnsanlar zorlukların üstesinden cesaretle gelindiğini sanırlar.
Zorluğun, karşısında pes ettiği şey yürektir.
Akıl ve cesaret yüreğin yanındaysa, işini kolaylaştırır; çözümü hızlandırır.” (Kısık Vadisi, Hece Yayınları, 2016)
“Gönüle, aşka uzaklık yoktur.
Karşılıklı oturup, göz göze bakışarak konuşmak, âşıkların işi değil, sıradan insanların işidir.
Sevdâ kavuşamamak, hasretle kavrulmaktır.” (Kısık Vadisi, Hece Yayınları, 2016)
Atlık Dağı Türküsü romanının hikâyesi ise yürek burkar. Hem kitapta geçen, gözyaşlarınıza hâkim olmanızı zorlayan olaylar hem de Aydoğan’ın, kitabının yayınlandığı tarihten 3 gün önce hayata veda etmesi okuyucuda derin izler bırakacaktır.
Kâmil Aydoğan kolon kanseri sebebiyle 9 Mayıs 2018’te aramızdan ayrıldı. Ancak hayatı boyunca yazan, okuyucularıyla bu denli güçlü bağlar kurabilen yazarı tanıdığınızda bu dönemin Dostoyevski’si olduğu konusunda benimle hemfikir olacağınıza inanıyorum. Yüzyıllar sonra bile okunan, zamansız bir yazar olacağına eminim.
Kâmil Aydoğan…
Modern zamanların hüzünlü dervişine rahmet olsun.
Ayşe Hicret KARAKAYA