ŞARK MESELESİ YA DA TÜRKİYE'NİN BATI İLE NETAMELİ İLİŞKİSİ-I
ŞARK MESELESİ YA DA TÜRKİYE'NİN BATI İLE NETAMELİ İLİŞKİSİ-I
Osmanlı Devleti’nin gerileme ve yıkılma evreleri, Avrupalı büyük devletlerin bu süreci etkilemek ve yönetmek üzere geliştirip uyguladıkları bir dizi stratejiden bağımsız düşünülemez. Bilindiği gibi, coğrafi keşifler ve bunun sonucu ortaya çıkan sömürgecilik mücadeleleri, 18 ve 19. Yüzyıllarda meydana gelen yeni buluşlar ve buhar gücünün keşfi, makineleşmiş endüstriyi doğurmuştur. İngiltere’de başlayıp Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya’ya kadar yayılan ve Sanayi Devrimi olarak adlandırılan bu dönüşüm nedeniyle artan hammadde ve pazar arayışları, Avrupalı devletlerin dikkatini Osmanlı Devleti üzerine çekmeye başlamıştır. “Hasta Adam” olarak tanımlanan dağılma sürecindeki Osmanlı Devleti’nin, Avrupalı büyük devletlerce, birbirlerine düşmeden, güçleri ve tarihsel iştihalarıyla mütenasip bir şekilde bölüşülmesi sorunu olan Şark Meselesi, parsadan pay kapma yarışına dönüşerek, I. Dünya Savaşında batılı devletlerin birbirine düşmesine yol açmıştır. Bu yarış, amaçlanmamasına rağmen, Osmanlı Devletinin yıkılışını bir süreliğine de olsa geciktirmiştir.
İlk kez Ruslar tarafından 1815 Viyana Kongresinde dile getirilen Şark Meselesinin Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesiyle başladığı kabul edilir. Batılı devletler Şark Meselesinin çözümü için şu safhaları uygulamaya çalışmıştır: “Balkanlardaki Hıristiyan milletleri Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak için isyanlar çıkartarak bağımsızlıklarını sağlamak; bu gerçekleşmezse Hıristiyanlar için reform istemek ve mümkün olursa bağımsızlıklarını sağlamak; böylece Türkleri Balkanlardan tamamen atmak ve son safhada Anadolu’yu paylaşarak Türkleri Anadolu’dan tamamen çıkarmak.”
XIX. Yüzyılın ilk yarısında Kuzey Karadeniz’e yerleşen Rusya, öteki Avrupa devletleriyle yarışabilmek için “sıcak denizlere” inmeyi zorunlu görüyor; bunun için mümkün olursa, İstanbul ve boğazları doğrudan ele geçirmek; bu mümkün olmazsa, boğazlar üzerinde özel haklar sağlamak istiyordu. Öte yandan XVIII. Yüzyılda sömürgelerinin çoğunu İngiltere’ye kaptıran Fransa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu yayılma alanı olarak seçmişti. İngiltere, Rusya’nın boğazlara, Fransa’nın Ortadoğu’ya yerleşmesini istemediğinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünden yana bir dış siyaset izliyordu. Avusturya-Macaristan ise Balkanlarda genişleme siyasetini terk ederek, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünden yana bir tavır almıştı.
Fransız devriminin etkisiyle Balkan ulusları arasında baş gösteren milliyetçilik akımları, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ortodoksların koruyucusu olarak ortaya çıkan Rusya tarafından kışkırtıldı. 1821’de bağımsızlık için ayaklanan Yunanlılara Rusya’nın arka çıkması üzerine, bağımsızlığını kazanacak Yunanistan’ın Rusya nüfuzuna gireceği endişesiyle İngiltere ve Fransa da ayaklanmayı desteklediler. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasının(1829) ardından Fransa, Cezayir’i işgal etti.(1830)
Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın başlattığı ayaklanma(1831), bir Şark Meselesine dönüşerek Fransa, İngiltere ve Rusya’yı karşı karşıya getirdi. Bu ayaklanmayı boğazlardan geçmek için bir fırsat sayan Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ile imzaladığı 1833 Hünkâr İskelesi Anlaşmasıyla önemli bir avantaj yakaladı.
Bu durum İngiltere ve Fransa’nın sert tepkisiyle karşılaştı. Mehmet Ali Paşa’yı destekleyen Fransa’yı dışta bırakan İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya bir araya gelerek, Mehmet Ali Paşa’yı Suriye’den çekilmek ve yalnızca Mısır valiliği ile yetinmek zorunda bıraktılar.(1841)
Mısır sorununun çözümünden sonra, İngiltere’nin girişimiyle Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa, Rusya, Prusya, Avusturya arasında imzalanan "Londra Boğazlar Sözleşmesi" (1841) ile boğazlar, bütün devletlerin savaş gemilerine kapatıldı. Osmanlı Devleti Boğazlar Sözleşmesiyle kendi yetkisinde olan bir konuda Avrupa devletlerini de söz sahibi yapmasına karşın, Rusya’dan gelecek tehlikeyi büyük ölçüde geriletmiş oluyordu.
Londra Boğazlar Sözleşmesiyle Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki emellerini kolaylıkla gerçekleştirme olanağını yitiren Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması konusunda İngiltere ile anlaşmaya çalıştı. 1844’te İngiltere’yi ziyareti sırasında konuyu gündeme getiren Çar 1. Nikola’nın Osmanlı topraklarını paylaşma önerisi, İngiltere tarafından geri çevrildi.
Osmanlı egemenliğindeki kutsal yerler sorununun Fransa ile Rusya arasında anlaşmazlığa yol açması(1852) giderek bir doğu sorununa dönüştü. Bunun üzerine emellerini yeniden ele almak fırsatını yakaladığını düşünen Rusya, “hasta adamın” paylaşılması için İngiltere’ye yeni bir teklifte bulundu(1853). Buna göre, Eflak-Boğdan, Sırbistan, Bulgaristan Rusya’nın himayesinde bağımsız olacak, İngiltere Mısır ve Girit’i alacak, İstanbul bağımsız bir şehir olacaktı.
Bu teklifin İngiltere tarafından kabul edilmemesi üzerine Rusya, Şark Meselesini yalnız başına çözmek üzere harekete geçti. Prens Menşikof’un olağanüstü elçi sıfatıyla geldiği İstanbul’da yaptığı, "Osmanlı Devleti ile Rusya arasında bir ittifak anlaşması imzalanması ve tüm Ortodoksların himayesinin Rusya’ya bırakılması" teklifinin Osmanlı İmparatorluğu tarafından reddedilmesi, Kırım savaşına yol açtı.
İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu yanında yer aldığı Kırım savaşı(1853- 1856) Rusya’nın yenilgisiyle sonuçlandı. Savaşa son veren antlaşma, 30 Mart 1856’da Paris’te imzalandı. Bu antlaşmayla Osmanlı İmparatorluğu Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi sayılıyor ve toprak bütünlüğü Avrupa devletlerinin ortak güvencesi altına alınıyordu. Ayrıca Karadeniz tarafsızlaştırılıyor ve askerden arındırılıyordu.
Öte yandan özerk Sırbistan’ın ve Paris anlaşmasıyla özerklik kazanan Eflak ve Boğdan’ın özerkliklerinin Avrupa devletlerinin garantisi altına alınması bu eyaletleri Rusya’nın nüfuzundan çıkarırken, Osmanlı devletiyle bağlarının zayıflaması sonucunu doğuruyordu.
Osmanlı İmparatorluğu, Paris kongresi sürerken, batılı devletlerin azınlıkları himaye bahanesini ortadan kaldırmak için ‘Islahat Fermanı’nı yayımladı. Bu fermanla Müslüman olmayan uyruklara yeni haklar tanındı. Ancak, yine de Islahat Fermanına atıfta bulunarak azınlıklar lehine ıslahat yapılacağını ima eden bir maddenin, Paris Barış Antlaşmasına eklenmesine engel olamadı. Bu madde daha sonra Osmanlı Hıristiyanlarının hamisi rolünün, Rusya’ya ilaveten İngiltere ve Fransa tarafından da oynanmasına yol açtı.
Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Savaşı ile 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı arasındaki dönemde zaman zaman batılı devletlerin müdahalesine yol açan iç sorunlarla uğraştı. Eflak-Boğdan’ın tek bir prenslik altında birleşmesi(1859), Paris Barış Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü garanti altına alan hükümlerine karşın önlenemedi. Lübnan ve Suriye’de Müslüman-Hristiyan çatışması Lübnan’a özel bir statü verilmesiyle sonuçlandı(1861 İstanbul Protokolü). Osmanlı Devleti, Sırbistan’da çıkan karışıklıklar sonucu tüm Sırbistan’dan kuvvetlerini çekti. Girit Rumlarının Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanması (1866) Girit’e bir tür özerklik verilerek bir süre için yatıştırıldı (1878 Halepa Sözleşmesi).
Yeniden Panislavcılık politikasına dönen Rusya, Fransa’nın Prusya karşısındaki yenilgisini(1870 Sedan) fırsat bilerek, Ekim 1870’te Paris Antlaşmasını imzalayan devletlere verdiği bir notayla Karadeniz’in tarafsızlığına ilişkin hükümleri tanımadığını bildirdi. Bismarck’ın önerisiyle Londra’da toplanan konferans, Karadeniz’in tarafsızlığına ilişkin hükümleri kaldırdı.
1875’te Hersek’te başlayan ayaklanma bir Şark Meselesine dönüşerek, Balkanlarda bir Avusturya-Macaristan Rusya çekişmesinin başlamasına yol açtı. Hersek isyanı bastırılamadı ve Bulgaristan’a da sıçradı. Almanya, Rusya ve Avusturya, Balkanlarda Hıristiyan ahali lehine ıslahat yapılmasını dayatmak amacıyla Osmanlı Devletine Andraşi Notasını verdiler(1876).
Sırbistan ve Karadağ’ın Osmanlı Devletine saldırması Avusturya’yı endişelendirdi(Temmuz 1876). Avusturya’yı tatmin etmedikçe Balkanlarda serbest kalamayacağını anlayan Rusya, Avusturya ile Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan topraklarını paylaşmak üzere bir anlaşma yaptı. (Reichstadt Antlaşması, Temmuz 1876)
Osmanlı Devletinin Sırbistan’a üstünlük sağlaması üzerine, Rusya’nın bir ültimatom vererek Osmanlı Devletini ateşkese zorlaması, Rusya’nın Balkanlara yerleşmesinden endişelenen İngiltere’yi harekete geçirdi. İstanbul’da toplanan konferansın sonuçsuz kalması ve altı büyük devletin bu konuda hazırladığı tekliflerin (Londra Protokolü) Osmanlı Devletince reddedilmesi 1877-1878 Osmanlı- Rus harbine yol açtı.
Savaşın galibi Rusya’nın Osmanlı Devleti ile yaptığı Ayastefanos antlaşmasının tüm Balkanları Rus nüfuzuna sokması, İngiltere ve Avusturya’nın itirazlarıyla karşılaştı. Bu anlaşmazlıkları çözümlemek için toplanan Berlin Kongresi(1878) ile Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlıkları onaylanırken, Bulgaristan özerk bir prenslik oldu. Bosna-Hersek Osmanlı egemenliğinde kalmak üzere yönetimi Avusturya-Macaristan’a bırakıldı. Rusya ayrıca Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan ve Batum’u aldı. Osmanlı Devleti’nin Berlin Antlaşmasıyla doğu vilayetlerinde Islahat yapmayı ve bu faaliyetlerin ilgili devletlerce denetlenmesini kabul etmesi, müteakip yıllarda uğraşacağı bir “Ermeni Sorunu”na yol açtı.
İngiltere, 1876 sonrası geleneksel Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü koruma politikasını terk ederek, Rusya’nın güneye sarkmasını önlemek bahanesiyle Kıbrıs’a yerleşmiş ve Avusturya’nın Bosna-Hersek’i fiilen işgalini sağlamıştı. Berlin Antlaşması’ndan sonra İngiltere, Hint yolunun güvenliği açısından önemli bulduğu Osmanlı topraklarını ele geçirmek ve bu topraklar üzerinde kendisine bağlı devletler kurulması için, tahriklerde bulunmak siyasetini izlemeye başladı. Bu siyaset doğrultusunda 1882’de Mısır’ı işgal ettiği gibi, Ermenileri ve Arapları da kışkırtmaya başladı.
Avusturya da, Berlin Kongresinden sonra Rusya ile Osmanlı topraklarını paylaşma mücadelesine girdi. 1881’de ‘İkinci Üç İmparatorlar Ligi’nin kurulması aralarındaki gerginliği yatıştırır gibi gözüktüyse de, Doğu Rumeli Vilayeti’nin Bulgaristan’a katıldığını açıklamasıyla(1885) bu mücadele yeniden su yüzüne çıktı.
Berlin Kongresi sonrası İngiltere’ye güvenemeyeceğini anlayan Osmanlı İmparatorluğu, yeni destekler arama yoluna gitti. Aranan destek, hızla güçlenen II. Wilhelm Almanya’sından geldi. 1899’da Bağdat demiryolu imtiyazının Almanya’ya verilmesi, bunu, Hindistan, Ortadoğu, Mısır ve Afrika’daki yaşamsal çıkarlarına aykırı bulan İngiltere ile Almanya ve Osmanlı Devleti arasında sorunlara yol açtı.
Rusya’nın 1890’lardan başlayarak Uzakdoğu’ya yönelmesi, Osmanlı Devleti’nin bir süre Rus baskısından uzak kalmasını sağladı. İngiltere ise bunu kendisi için daha tehlikeli bularak Rusya’nın ilgisini yeniden Yakındoğu’ya çekmeye çalıştı. İngiltere ile Uzakdoğu’daki problemlerini 1907 St. Petersburg anlaşması ile çözen Rusya’nın, gözünü tekrar Balkanlara ve boğazlara çevirmesi, Şark Meselesine yeniden güncellik kazandırdı.
Ekim 1908’de Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini açıklaması ve Osmanlı Devleti’nin iki buçuk milyon lira karşılığında bunu tanımak zorunda kalması, Rusya'nın desteklediği Sırbistan ile Avusturya’yı savaşın eşiğine getirdi.
Berlin Antlaşması’yla özerklik kazanan Bulgaristan 6 Ekim 1908’de bağımsızlığını ilan etti. Bu olaylar Rusya’nın Balkanlardaki etkinliğini artırdı. Bulgaristan da Avusturya’dan yüz çevirerek Rusya’nın etkisine girdi.
Öte yandan İtalya, Habeşistan yenilgisinden sonra gözlerini Trablusgarp’a çevirmişti. İtalya Eylül 1911’de Trablusgarp’a saldırdı. Bu savaşı fırsat bilen Rusya, hem boğazları açtırmak hem de Balkan ülkelerini kışkırtmak için faaliyetlerini hızlandırdı. Almanya’nın telkinleriyle İtalya ile anlaşan Osmanlı Devleti, Trablusgarp’ı ve On İki Adaları İtalya’ya terk etti. (1912, Uşi Antlaşması)
Trablusgarp savaşı sürerken, Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak oluşturan Balkan devletleri (Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan, Karadağ) Rusya’nın teşvikiyle savaş için bahane aramaya başladılar. İtalya ve Karadağ’ın kışkırttığı Arnavutluk, Mayıs 1912’de ayaklandı. Büyük devletler, Balkanlardaki durumun bir savaşa doğru gitmesi üzerine Rumeli’deki ıslahat sorununu ele alarak, savaş çıkarsa (Osmanlı Devletinin galip geleceği öngörüsüyle) sınır değişikliklerini kabul etmeyeceklerini taraflara bildirdiler. Osmanlı Devleti Avrupa devletlerinin aracılığını olumlu karşıladı ve Berlin antlaşmasının Rumeli için öngördüğü ıslahatları yapacağını bildirdi.
Buna rağmen Karadağ, sınır anlaşmazlığını bahane ederek Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti(4 Ekim 1912). Onu öteki Balkan devletleri izledi. Kaybeden taraf Osmanlı Devleti olunca, savaştan önce verilen garanti ve “sınır değişiklilerinin tanınmayacağı” bildirileri hiç gündeme gelmedi. Sonuçta Osmanlı İmparatorluğu I. Balkan Harbinde Avrupa’daki topraklarını Çatalca’ya kadar kaybetti. Ancak, II. Balkan Harbinde Balkan Devletlerinin birbirine düşmesinden istifade edilerek, Edirne’ye kadar olan kısım geri kurtarılabildi.
Yalnızlıktan kurtulmak isteyen Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, iki bloğa ayrılmış Avrupa’da müttefik arayışlarına girdi. İtilaf devletleri parçalanmasına kendi aralarında karar verdikleri Osmanlı Devleti’nin ittifak önerilerini geri çevirdiler. Sonunda Osmanlı devleti Üçlü İttifak’a (Ağustos 1914) girebildi. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi ve topraklarının paylaşılmasıyla Şark Meselesi de sona ermiş sanıldı. Ancak Milletimiz, orduları dağıtılmış, bütün kaynaklarına el konulmuş ve ülkesi işgal edilmiş bir haldeyken giriştiği İstiklal Harbi ile kapatılmak istenen Şark Meselesinin son safhası olan Anadolu’nun Türklerden tamamen temizlenmesi safhasını akim bırakmıştır.
(Devam edecek)
Baki Kaya
Konuk Yazar