• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Asgari Müşterek

ASGARİ MÜŞTEREK

Geçen yazımda bahsettiğim Aubrey Herbert, Osmanlının nasıl ortadan kaldırılacağına karar verildiği, Lawrence ve Marc Sykes (Osmanlının paylaşılmasına dair Sykes- Picot gizli anlaşmasını İngiltere adına imzalayan diplomat) ile aynı dönemde, Osmanlı coğrafyasının muhtelif bölgelerinde casusluk faaliyetleri icra  eder. Bu faaliyetlerini yazdığı “Ben Kendim Osmanlı Ülkesine Son Seyahatler” adlı eserinde İstanbul’a geldiğindeki izlenimlerini şöyle anlatır:
 
“Türkiye’ye bu ülke ve insanları hakkında hiçbir şey bilmeden gitmiştim ve aslında Türklere, politikalarına ve metotlarına karşı içimde bir husumet duygusu vardı. Onların bir dostu olmayacağımdan emindim. Türkiye bana günah temelleri üzerine inşa edilmiş bir imparatorluk olarak görünüyordu. Sonradan öğrendim ki Türkler usta bir katliamcı ve çapulculuğun yegâne efendisi değildir. Zamanla düşüncelerim değişti, buna rağmen Türkler aleyhinde yazdıklarım beni insafsızca takip etti. Onlardan bir kısmına “The Times” gazetesinde dahi rastladım.
 
Önce şu çok önemli gerçeğe dikkatleri çekmek istiyorum. İster resmi görevli ister olmasın Harp sırasında ve sonrasında Türkleri ve hükümetlerini acımasızca tenkit eden bütün İngilizler, İstanbul’da ve Anadolu’da rahatsız edilmeden hayatlarını sürdürdüler. Belki İngiltere hariç, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde eleştirilere bu kadar müsamaha edilmez. İrlanda’da düşmanlığından şüphe dahi edilen kişiyi öldürüp parçalarlar. Fransa, İtalya ve Almanya bütün muhaliflerini sınır dışı eder. Lakin bugüne kadar Türkiye aleyhinde bulunmuş olanlar bile, Türkiye’de sükûnet içinde yaşar ve saygı görerek ölürler.”
 
Bu metin ne kadar da bugünü anlatıyor değil mi? Aradan yüz yıl geçmesine, o zamanki meşruti idarenin üstüne bir cumhuriyet, birkaç defa da demokrasi ilan edilmesine ve hatta bugün “ileri demokrasiye” ulaşmamıza rağmen ne Batılıların tutumunda ne de bizim acizliğimizde bir değişiklik var. Geçmişte İstanbul’da meskûn yabancı basın toplumu ayrıştıran, fitne çıkaran yayınlar yapardı. Bugün, adı ve görünümü yerli ancak bu topraklara ve milletin ruhuna yabancı merkez medyamız bu işlevi görüyor. Her türlü varoluş meselesini tamamen dış odaklı algılayıp çözmeye çalışan, karşı olduğu siyasi iktidara karşı meşru yollarla yapması gereken eleştiri ve muhalefet hakkını kullanırken millet ve ülke varlığını, toplumsal barış ve huzuru dikkate almayan ve kendini “merkez” olarak tanımlayan bir basınımız var. İktidara duyulan nefret, bu ülkeye tarih boyunca düşman olmuş, devlet, topluluk veya odaklarla iş tutmayı makul gösterebilir mi? Bugün maalesef, bazı medya kuruluşlarının köşe başlarını, millete vurmak fırsatı her çıktığında hükümete vuruyorum diye kaleminden kan damlayan, “bir lahza-i teahhür”*cüler işgal etmiş durumda.
 
Türk Toplumunu oluşturan bütün unsurların en azından devlete ve birbirine karşı tarihsel boyut kazanmış sorunlarını çözmek hususunda yabancılarla iş tutmamak kadar yurtsever olmak mecburiyetleri vardır. Bu hem toplum olarak bir arada yaşamanın, hem de bu sorunların yabancılar eliyle çözülemez hale getirilip, zaten var olan hassasiyetlerin kalıcı düşmanlıklara dönüşmesinin önlenmesi için zorunluluktur. Bugün Türkiye’nin güneyinde meydana gelen/getirilen olaylarda Ortadoğu topluluklarının temel sorunu da budur. Öte yandan bu durum Türkiye içine de sirayet etme eğilimi göstermektedir. Üzülerek ifade etmek gerekirse, devletin yanlış uygulama ve yaklaşımlarının da katkıda bulunduğu etnikçi, mezhepçi veya azınlık eğilimli politik hareketlerin, devletin aleyhine, milletin bütünlüğüne olduğunu göre göre emperyalistlerle işbirlikçi tutumlar içine girmeleri toplum olarak geleceğimizi tehlikeye atan en önemli tehdittir.
 
Ayrıca geçmişinde ve geleneğinde totalitarizm ve silahla kendi inandığını topluma dayatma pratiği olan ve toplumda karşılığı hiç olmamış demokrat görünümlü eski anarşist ve teröristlerin, bugün mevzilendikleri medya ortamını da kullanarak geçmişte yaptıkları ifsat edici eylemleri başka biçimlerle sürdürmeye çalıştıkları görülmektedir. Toplumun sinir uçlarını geren, toplumda bölünme, kaos ve ihanet korkusu yaratmaya yönelik bu tür söylem ve eylemlere son olaylarda da rastlamaktayız. İşte o yüzden herkesi dehşete düşüren birçok olayda toplumsal duyarlığı paylaşamayan, bir terör eylemini kınayamayıp savunanlara; kendi toplumunu nerdeyse tamamen yok eden bir diktatörün karşısına geçip topuk selamı veren ve methiyeler düzenlere rastlayabilmekteyiz.
 
Diğer yandan mevcut iktidar da toplumu bütünleştirici, bireyler ve gruplar arasında adalet, eşitlik, özgürlük duygularını yeşertici politikalar üretmek konusunda son derece yetersiz kalmakta, hatta bazen tersi uygulama ve söylemlere yönelmektedir. Türkiye’de toplumun genlerine sirayet etmiş, “devleti ele geçirip kendi doğrusunu ve gerçeğini topluma dayatma” hastalığı sona erdirilmedikçe, ülke bireyleri asgari müştereklerde birleşmedikçe toplumsal barış ve uzlaşı sağlanamayacaktır. Bu ise ancak herkesin hakkına saygılı, dayatmacı olamayan siyasi partiler ve iktidarla, hukukun üstünlüğüne yürekten inanmış, cezalandırma ve tasfiye mekanizmasına dönüşmemiş, herkese adalet sağlayan yargı sistemiyle, kamu kaynak ve kadrolarının sadakatle değil liyakatle, adil biçimde paylaşımına ve herkesin kendi gerçekliğini yaşayabileceği özgürlüğe sahip olduğu bir ortamın yaratılabilmesiyle mümkün olacaktır.

             
Baki Kaya
E. Kurmay Albay
 
*Tevfik Fikret’in Sultan 2. Abdülhamid’de Cuma namazı çıkışında Belçikalı bir anarşist vasıtasıyla elde ettikleri bomba ile suikast düzenleyen ermeni komitacıları övmek üzere yazmış olduğu şiir.