ASO Teknik
16 Nisan 2014
Çarşamba
ASO TEKNİK KOLEJİ ÖĞRENCİLERİ İLE SÖYLEŞİ
25 ŞUBAT 2014
-“Dava insanı” nasıl bir insandır, nasıl tanırız onu?
Bir insan kendisine bir dava edinmemişse, bir ideali yoksa büyük bir insan değildir. İnsanların önemli bir kısmı yaşadıkları süre içinde sadece dar bir çevre tarafından farkında olunan insanlardır. Bir de yaşadığı ortamda önemli bir boşluğu dolduran, öldükten binlerce yıl sonra bile yaşayanlar vardır.
İşte “dava insanları” onlardır.
Kendi refah ve rahatından önce toplumun ve diğer insanların rahatını, huzurunu kendisine dert edinmiş kimselerdir bu kişiler. “Dava”, insanlık davasıdır.
Çevremizdeki insanların sıkıntıları bizim için sorun teşkil ediyorsa ya da dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan bir insanın, o zaman siz de bir “dava insanı”sınızdır.
Sadece kendi dertlerinizle ilgileniyorsanız, varlığınız ve yokluğunuz kendinizde başlayıp kendinizde bitiyor demektir ve varlığınız yokluğunuz fark etmez.
“Dava insanlığı” bir seçimdir. Dava insanı olmak diğerkâm olmak demektir. Bu dünyada yaşanan acılardan bir parça ben de sorumluyum diyorsan dava insanısın demektir.
“Dava insanı” huzursuz olur. Çünkü diğer insanların dertleriyle dertlenir.
Bu insanlar kendi içlerinde huzurlu olamazlar. Başkalarını, toplumu, milleti, geleceği düşünmek bir dava insanlığıdır.
Sizlerden beklenen şu:
Köyde bir sülale var, köyün hâkimi. Sonradan gelen nesiller bunu devam ettiremiyor ve köyün en zayıf sülalesi haline geliyor.
Biz, 600 yıllık bir imparatorluk geleneğinden gelen bir nesiliz. Dünyaya şekil veren bir kültür ve medeniyet.
Yine böyle olması gerekiyor.
Sizden beklenen bu işte.
Biz yine dünyayı etkileyen bir millet haline dönüşebiliriz. Bu milletin, bu coğrafyanın, insan merkezli olarak dünyayı etkileyen bir medeniyetin yeniden dirilmesi benim rüyam, coşkumdur diyebilirsiniz. Böylece gelecekte de var olacak bir toplum oluruz.
Davan olursa büyük insan olursun.
Bir de medeniyet algımız ve projemizin içerisinde davamızın insanlığın hayrına geliştirecek birçok temel dinamiğimiz var.
Size bugün için önerim:
Bizim Mevlana’mız var. En temel taşlarımızdan.
Her gün bir Mesnevi hikâyesi okuyun.
Her gün Mevlana ile konuşmak, onun bir mesajına muhatap olmak sizi büyütecektir.
Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan’dan 10’ar tane şiir olsun ezberinizde.
Güncel olanları zaten biliyor ve takip ediyorsunuzdur ama temel taşlarımızı tanıyın ve okuyun. Bu, dava bilincinizi yükseltecektir.
Dil bilen, akademik donanımlı, meslekî olarak kendini geliştirmiş, yeniliklere ve dünyaya açık olmak okulunuzun ilkeleri. Bu İlkelere bir de medeniyet dünyamızın temel taşlarıyla tanışır, onları içselleştirir ve onların ortaya koyduğu birikimi anlar ve takip ederseniz dava adamı olursunuz.
Kişisel gelişim kitaplarına baktığınızda, bizim temel değerlerimizin tam aksine “kendini kurtar” felsefesi üzerine yazıldığını görürsünüz.
Bu, Batılı insanın yaklaşımıdır.
Bizim inancımız, felsefemiz ve medeniyetimiz bunu reddeder.
Topluma faydası olmayan başarı “başarı” değildir.
Kendimizi böyle bir duyguyla donatmak zorundayız.
Çevremize karşı fedakâr olmak zorundayız.
-Yeni dönemde bir kavram var, dünyanın bize atfettiği bir kavram, Neo Osmanlı. Eğitimde bu yönün ortaya çıkarılması hususunda ne dersiniz?
Ben lise müdürüyken okulumuza Dünya bankasından bir heyet geldi. Heyetin başkanı Amerikalı bir profesör, 87-88 yılları. İçeri girdiklerinde ilk sözüm “Çok mu kötü görünüyoruz?” oldu.
O zamanlar sınıflarımız 70 kişi civarındaydı.
İlerleyen yıllarda bu ülkeleri görme şansım oldu. Şu anda Roma’nın ortasındaki bir okuldan Ankara’daki birçok okulumuz daha iyi durumda.
Bize bir kompleks aşıladılar.
“Biz iyi değiliz. Bizden adam olmaz.” şeklinde.
Biz 600 yıllık bir hükümdarlık yaşamışız. Milletler yok olmaz ama milletlerin de kişiler gibi kaderleri vardır.
Biz durumumuzun, tarihsel birikimimizin farkında olmalı ve nüfus avantajımızı iyi kullanmalıyız. Eğitimli bir nüfus haline getirmeliyiz.
Tanzanya’da okullar çok kötü. Sınıflarda tahta yok. Tebeşir yok, sıra yok.
Yerlerde, hasırların üzerinde oturuyor çocuklar.
Bütün okullar böyle.
Sınıflarda 80-100 kişi var.
Okul falan değil yani.
Ve şu anda dünyada bu şekilde eğitim yapan bir yığın ülke var.
Onlar bizi dünyanın kartalı olarak görüyorlar.
Rusya’da, Başkurdistan Belediye Başkanlığında “Tek kelime ile Türkiye’yi tarif etseniz hangi kelime olurdu bu?” dedim. Her biri şunları söyledi:
Güç
İhtişam
Zenginlik
Marka (inşaat ve eğitim alanında)
Bu devlet, bu millet gerçekten böyle. Çünkü bu, 1000 senedir böyle. Bu milletin içinde bir potansiyel olarak duruyor bu.
Burada en önemli şey, bizim buna inanmamız.
Bizim, içimizdeki bu enerjiye ve güce inanıp bunun peşinden koşmamız lazım.
Ben, mevcut güncel yapımız ile aynı güce ulaşabileceğimize inanıyorum.
Hedef, ilk 10 içinde olmak.
Bunu yapacak olan siz gençlersiniz. Biz size hizmetkârlık yapabiliriz. Biz size hizmet edelim, siz de bizleri daha iyiye taşıyın.
-Yazmaya nasıl başladınız?
Hatırlamıyorum. Bu bir nasip.
-Yazılarınızı ruhsal hâl olarak mı, kurgu olarak mı yazıyorsunuz?
Ne yazmışsan osun. Yazdıkların duyguların.
-Edebiyat sizin için ne ifade ediyor? Bir sözünüzde merak değil ihtiyaç diyorsunuz edebiyat için.
Yazmadan yaşamak olamaz diye düşünüyorum. Bu da yaradılışla ilgili. Ben böyle bir adamım.
Hiçbir şey yazmasam günlük yazıyorum. Size de tavsiye ederim. İki-üç ayda bir de olsa yazın.
1981 yılından beri günlük yazarım. Bazen tek bir cümle oluyor bu ama olsun. Ve bu günlüklerim yakın zamanda kitap hâline geliyor.
-Yazar ve şair yazmadan duramaz diyorsunuz. Şiir yazarken mi roman yazarken mi daha büyük haz duyuyorsunuz?
Ben elli yaşımdan sonra bir şey fark ettim. Toplum üzerinde en etkili iki şey sinema ve roman.
Bu durumun nasip olduğu çok az şair var. Bu da çok yüksek bir duygu, çok büyük bir aşk gerektiriyor. Şiir, içinizdeki aşkın ateşi kadardır. Büyük bir aşk varsa içinizde, ateşi de büyük oluyor. Dolayısıyla şiir zordur.
Romanın etkisini şiirden daha güçlü buluyorum ve kendimi romanla daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum.
Günlüklerden sonra ikinci romanım da hazır.
-Örnek aldığınız yazarlar var mı?
Şair olarak Sezai Karakoç hayranıyım.
Daha çok var tabii ki ama Sezai Karakoç başka.
-“Ankara hep sonbahardır.” demiştiniz bir yazınızda, bu ne demek?
Hüzün demek.
1977 yılından beri Ankara’da yaşıyorum. Burada yaşamak çok zor. Şehrin bana yansıyan yanını ifade etmiştim.
-Ben yazmak için önce dolmak gerektiğini düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Bu, yaradılış ve nasip işi.
Ama şu şart, yazıyorsan çok okuyacaksın.
Ama bunun yanında Âşık Veysel de var ki, çok büyük bir şair.
Bunun çok keskin bir açıklaması yok ama yine de yaradılış diyorum. Ve farkına varma.
Ben elli yaşımdan sonra fark ettim roman olayını.
“Kısık Vadisi” bir günlükle başladı.
İçinizde bu alanda ve her alanda bir kabiliyet olabilir.
Önemli olan bunun keşfedilmesidir.
İçinizdeki yeteneği bulun ve peşine düşün.
-İnternet ve bilgisayar hayatımıza girdiğinden beri edebiyat hayatımızdan uzaklaşıyor. Çocuklarımızın kendilerini ifade edecekleri alanlar sosyal medya. Hâl böyle olunca öğrencilere 100-200 sayfa ile kendilerini ifade ettiremiyoruz. Bu anlamda sizin bir tavsiyeniz var mı?
Şu anda tüm dünyanın mücadele ettiği başlıca iki konu var, bilgisayar ve uyuşturucu bağımlılığı.
Amerika’da bir de obezite var bunun yanında.
İnternet konusu şu anda hepimizin kafasını meşgul eden ve cevabını da bulamadığımız bir konu.
Benim de twitter hesabım var ama yakında kapatmayı düşünüyorum. Anlamsız buluyorum. Bu tür duygu ve düşüncelerini ifade edenler yalnız insanlar. Medeni cesareti olmayan insanlar. Ben, aile ortamı içinde yaşayanların bu tür feryatlar içinde olmayacağını düşünüyorum.
Bu toplum geçici bir internet travması yaşıyor. İnternette bir derinlik yoktur. İbn-i Arabi diye bir bilim insanı var. Geçenlerde internetten İbn-i Arabi’nin hayatını araştırdım. Sonra da kitap olarak okudum. İnternette bu keyfi asla alamadım. Suç ve Ceza’yı internetten okuyamazsınız. Raskolnikov’un ruh hâlini anlayamazsınız.
Bir de şu var, altı çizilmeden kitap okunmaz.
Benim okuduğum bazı kitaplar o kadar çok çizilmiş, notlar alınmıştır ki üzerlerine.
Kitap okurken haşatını çıkaracaksın ve kitabı başka birine vermeyeceksin. Çünkü senin o kitaba koyduğun işaretler, verdiğin kişi için bir şey ifade etmeyebilir.
İnsan tabiatını tanıyınız.
Kitapla büyüyün farkınız olsun.
Hemen fark edilirsiniz.
İnternetle kendini geliştirenle, kitapla kendini geliştiren insan kesinlikle fark edilir.
İnsanlar duygularıyla yaşarlar.
Bu dostluk, arkadaşlık, insanlık, dokunmaktır.
Sanal bir şey ile bunu sağlayamazsınız. Duygu yok çünkü.