8 EKİM 2007, PAZARTESİ, ALMANYA, AECHEN KENTİNDE University of Applied Scinences’te toplantıdayız. Yedi ülkenin temsilcileri var. Akademisyen, uzman ve eğitimciler.
On yedi kişiyiz.
‘Lise eğitimi için sürdürülebilir enerji’ konusunda, nasıl bir ders programı geliştirilebileceğini konuşuyoruz.
Farklı ülkelerden gelenlerle birlikteyiz ama, sanki, burada bir tek ben yabancıymışım gibi hissediyorum.
VE SANKİ, bu on altı kişinin tamamı birbirini önceden tanıyormuş da, bir tek ben sonradan aralarına katılmışım gibi bir duygu içindeyim.
-Toplantı programı önceden herkese veriliyor.
-Program saatlerine tam olarak uyuluyor.
-Toplantılarda sigara içilmiyor.
-Çay, kahve arası veriliyor.
-Ortak dil İngilizceyi bilmeyen yok.
-Herkes güler yüzlü ve espriye açık.
-Saçma bile olsa düşünceler özgürce ifade ediliyor; söylenenleri herkes not alıyor.
-Önemsiz, sıradan bir konu bile ciddiyetle ele alınıyor.
NOT ALMA kültürümüzün oluşmamasından, ne çok şey kaçırdığımı düşündüm.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’la belki çok az görüştüm ama not almam gereken çok şey dinledim.
Akif İnan’la, son beş altı yıl, neredeyse yirmi dört saatimiz birlikte geçti.
Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaaddin Özdenören, Erdem Bayazıt, İsmail Kıllıoğlu, Osman Sarı, Arif Ay, Turan Koç, Atasoy Müftüoğlu yıllarca sohbetlerinde bulunduğumuz ve hiç kuşkusuz ‘not alınacak’ konuşmalar dinlediğimiz önemli isimlerdi.
Bir dönem Ramazan akşamlarında, teravih sonrası, Ankara- Abidinpaşa’da, Cebeci’de
uzun sohbetlerini dinlediğim Hasan Seyithanoğlu’nun sosyal konularda yaptığı muhteşem sohbetleri not almayı, şimdi yazıya dökmeyi çok isterdim.
Süleyman Arslantaş’ın muhtelif zamanlarda yaptığı sohbetler de kitap olabilecek nitelikteydi.
Prof. Ahmet Bilgin’in sohbetleri de aynı.
Altın değerinde sözleri hiç kimse not almadı; uçtu, gitti.
Hepsini de özlüyorum şimdi.
Sendikacılık yaptığım yıllarda oldukça sık görüştüğüm ve bir kısmı şimdi çok önemli konumlarda bulunan, Türkiye’ye yön veren insanların sözlerini de not almalıydım. Belki daha sakin, daha dışardan yaptıkları bu değerlendirmeler, bugün onların da çok işine yarardı.
Ya da o günlerde çok önemli konumda bulunan ama bugün hiç ortada olmayan kişilerin değerlendirmeleri de bazılarının işine yarayabilirdi.
Tarihe, ancak yazıyla not düşülebiliyor.
Tarihe ancak not alarak, not düşülebiliyor.
Bize okullarda, not alma öğretilmedi.
İşte bu yüzden, bugün, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelmiş olmalarına rağmen tamamının büyük bir titizlikle uyguladığını gördüğüm not alma alışkanlığına hayran kaldım.
Bu toplantıda bunları düşündüm.
Ağabeylerimiz bizi affetsinler, geleceğe sadece yazdıklarını aktarabileceğiz.
Öte yandan tarih bizi affetsin, not tutanların inisiyatifine teslim ettik geleceğimizi.
TOPLANTI bitti ve ben kendimleyim.
Akşam, Juelich kasabasında, Alte Poste Otelinde odamdayım.
Ömrüm boyunca, hiçbir yalnızlık bana bu kadar güzel gelmemişti.
Bu otelde, bu gecenin Kadir Gecesi olduğunu benden başka kimse bilmiyor.
Juelich kasabasında Kadir Gecesi kaç yüreğe uğramıştır?
Benim güzel yalnızlığım,
Yine tuttun elimden.
Yalnızlığım,
Azıcık azığım,
Yüreğin kanatlanır, kuş olur, uçar Kâbe’ye,
Kıble ararken bulurlar seni, gülümserler,
Hıçkırıklar arasında gülümserler,
Gelirler, giderler, dolanırlar.
Juelich kasabasında yalnızsın,
Ve çevrende döner, dururlar,
Ve yalnızım sanırsın,
Kapanırsın, ağlarsın;
Kıbleye koşarsın, uzaklara gidersin.
Ancak ve ancak aklının ulaştığı yere gidersin.
Juelich kasabasında yalnızsın,
Bugün sana talih kuşu konmuştur.
Kadir gecesidir,
Ulu bir gecedir,
Yalnızsın,
Yalnızım sanırsın.
Alte Poste Otelinin altı numaralı odasında,
Serin bir Ekim gecesinde,
Dışarıda yağmur çiselemektedir.
Küçük bir odada,
Büyük denizler yanmaktadır.
Küçük bir odada,
Küçük bir köşede,
Küçük bir adam,
Diz çöküp, başını öne eğmektedir.
Küçük bir adam, kocaman geçmişiyle oturmaktadır.
Dışarıda yağmur çiselemekte,
Büyük denizler yanmaktadır.
Yalnızım sanmaktadır,
Ve yalnızlığa,
Akın akın gelmektedirler,
Akan bir ırmak gibi, gelmektedirler,
Ve yağan yağmur gibi,
Esen rüzgar gibi dolmaktadırlar odaya.
Bugün seni şahdamarımdan yakın buldum
Kuşlar gibi özgürüm.
Juelich kasabasında, Alte Poste Otel’in altı numaralı odasında yaşadıklarımı anlatamam.
Oldum olası vurgunum yalnızlığa.
Benim için, peşinden koşulacak bir aşktır yalnızlık.
Bugünkü öyle değil. Bugünkü yıllarca aradığım, zaman zaman, ıssız dağ başlarında, uzun tek başıma yolculuklarda bulduğumu sandığım; sonra elimden kaçırdığım ve sonra yine aramaya başladığım bir şeye kavuşmaktı belki.
Sen, yine de güvenme!
9 EKİM 2007 SALI günü Köln’deyim.
Büyük tren istasyonundan çıkar çıkmaz, karşıma ulu bir çınar gibi dikilen Katedral, tek kelimeyle muhteşem.
Özlemekse, benim derin yaramdır.
Böylesi zamanlarda kanıyor.
İhtişam, yalnızlığın kardeşidir.
Kimbilir hangi yalnızlığın ateşi, bu Katedral fikrini doğurdu?
Farklı köşelerinde, birbirinden habersiz, kendince dua eden insanlar, dün gece yanmaya başlayan yalnızlık denizinin kıyısındalar belki de.