Doç. Dr. Feramuz Aydoğan’ın anısına
ardında çoğalır bir haber
saatin kaç olduğunu anlat
yarını anlat, -ki karlar erir, gökyüzü eğilir sana-
küçük bir çocuk gibi titreyen yüreğim
yollara düşer, yorgun düşer
dağlardan çekilen deniz sularıyla
paylaşırım yalnızlığımı
hep uzakları
uzakları ararım
bir sözcük konar içime,
kanatlarında kandiller asılı
bakışların, gülüşlerin gelir
öksüz kuşlar gibi ağlar düşlerim
nerde dursam benim değildir o yer
kitaplar karıştırır,
yeni bir çay doldururum bardağıma
boş duvarlarda sallanır ışıklar
kapının açılışını
ansızın gelişini ararım
kimse bilmez ruhumda yitirdiğim mezarlığı
sana giden adımlarla tanışır sokak taşları
siyah bir kedi kaçar karanlığa
bir kadın çığlığı boşanır ayrılıklardan
sesleriyle ve kanatlarıyla gelir periler
nereye dönsem ordasın
ararım, ararım
kimse bilmez son sözün aslında bir ilk söz olduğunu
seni, yağan yağmurlara ve gri akşamlara
fakülte duvarlarına çarpan şarkılara
köşelere
yeniden buluşmalara uğurladığımı
içim böyle dolar boşalır gözlerinle
telefona gider elim
bir korku yapışır böğrüme
uzadıkça uzar ayrılık türküleri
biliyorum ordasın
ruhumu ararım
karlarla üşüyen akşama bıraktım en son
metro çıkışıyla yüzleştim
ağrısını duydum sarı çiçeklerin ve unutulmuş masalların
ellerim sessiz bir martı gibi,
ıssız odalara saklanmış şiirler gibi düştü yanıma
yitip giderim, üzerimde kurşun gibi gözler
aldırmam, ararım
aslında kavuşmak için kondu ayrılıklar
bir bayram öncesi bir bilmece gibi son kez
üzerinde dolaştım yarım kalmış hayatımın
yolun karşısına geçirdim iki yaşlı dilenciyi
tanımadılar
yüzümdeki soğuk terlerden
boşalan ve bir akrep gibi gizlenen
ilk kez keskin bir ayrılığı
ilk kez denizlerde boğulurken gördüm ölümü
ben de seninleyim artık
bir sözün peşinde döner durur dünya
biliyorum ordasın işte
ölümü ararım.